Bir Çocuğun Göz Yaşları
Her halde ben çok ama çok kötü bir haber alsam bu durumda olurdum. Ya da hiç bu kadar kötü olamazdım. Bilemiyorum.
Merak ettim çocuğu izlemeye başladım. Toprağı tekmeliyor, yumruklarını sıkıyor, burnunu çekiyor, belki içinden küfrediyordu; ama göz yaşlarına dokunmuyordu. Sanki onlara özgürlüklerini veriyordu. Bedeninden o damlacıkların çıkması onu rahatlatıyor muydu acaba? İçindeyken acımı veriyordu o su damlacıkları?
Yine kendimi düşündüm. Ne zamandır ağlamıyordum? Ne zamandır rahatlayamıyordum? Kıskandım çocuğu!
Az ilerideki köşe başında bir iki çocuk gördüm. Göz yaşlarıyla yoğrulan kahramanıma bakıyorlar ve sanırsam kikirdiyorlardı. Keşke ne konuştukları duyabilseydim, keşke yüz ifadelerini daha net görebilseydim. Kahrolsun miyopluk!
Yavaşça onlara doğru ilerlemeye başladım. Çocuğun yanından ayrılıp onlara doğru ilerlediğimi gördüklerinde hareketlenmeye başladılar. Kaçacaklarını anladım; ama biri beni yanılttı. Yanına gelmemi bekledi. Oraya vardığımda ise diğerinin kaçarken arkasından bıraktığı toz bulutu hala havadaydı. "Ben bir şey yapmadım!" dedi yanına geldiğim çocuk. Suçlu olduğunu belli eden bir edayla. İsmini sordum. Söylemedi. Zaten çokta önemli değildi. Korku dolu gözlerle bana bakıyordu. "Babası mısınız?" dedi. Şimdi biraz oyun oynamalıydım. "Evet" dedim, irkildi.
- Neden ağlıyor oğlum?
- Furkan, kaçan arkadaşım. Onun elinden şekerini aldı.
- Şekerini aldığınız için mi böyle ağlıyor? Kandırmayın beni. Benim oğlum delikanlıdır. Öyle bir şekeri zorla almaya çalışanlara kolay kolay vermez. Hadi aldınız diyelim oturup ağlamaz. Doğru söyle ne yaptınız oğluma?
- Vallahi amca gerçekten arkadaşım sadece şekerini aldı. Evet oğlunuz çok direndi. Vermemek için çok uğraştı; ama biz iki kişiyiz onun için zorla da olsa aldık. Gerçi ben hiç almak istemiyordum; ama Furkan yardım etmezsem beni de döveceğini ve benimle küseceğini söyledi.
- Tamam o zaman sen git şimdi. Bir daha da böyle şeyler yapmayın.
- Özür dilerim amca, bir daha olmayacak.
Çocuk arkasına bakmadan, toz bulutuna karışarak ortadan kayboldu. Köşedeki markete gittim ve bir tane şeker aldım. Marketten çıktığımda minik kahramanım kendine gelmişe benziyordu ve yavaş yavaş benden uzaklaşıyordu. Hızlı ve sessiz bir şekilde peşine koyuldum. Çok geçmeden yanına yaklaşmıştım. Omuzuna dokundum. İrkildi. Hızlı bir şekilde bana döndü. Yine o bakış. Ama bu sefer göz yaşı yok. Sadece yanaklarındaki çamurlu izler. Gülümsedim ve elimdeki şekeri uzattım ona. Bir bana baktı, bir şekere. Yanaklarını şişirdi, gözleri doldu. Korktum. Ne yaptım ben, ne hata yaptım! Çocuk patlamaya hazır bir bombaya dönüştü birden. "Ne oldu?" dedim. Sustu. "Özür dilerim hata mı yaptım? Bu şekerden değil miydi senden çaldıkları? Bir şeker için ağlamaya değer mi? Hadi sakinleş artık, o serserileri de boş ver. Her zaman vardır dünyada böyle şeker hırsızları. Hadi üzülme artık. Lütfen." dememe kalmadı o suskun ve çelimsiz çocuk atına oturmuş komutan gibi diklendi, heybetlendi. Gözlerindeki yaşlar birden dolan barajlar gibi dalgalanmaya başladı. Taştı taşacaktı ve beni boğacaktı o akıntı. Evet hissettiğim buydu! Ve ilk defa yanılmadım. Kahramanım taşmaya başladı :
- Sen ne bilirsin? Sen ne bilirsin bir şekeri kaybetmeyi! Sen hiç şeker kazandın mı ki kaybetmenin acısını tahmin edebilekceksin? (Ağzım açık yüzüne bakıyordum. Bu cümleler ondan mı çıkıyordu?) Nasıl kazandım ben o şekeri biliyor musun? Neden kazandım? Kimin elinden aldım? Benim için ne ifade ediyor biliyor musun? Sen hiç şeker kazandın mı, sen hiç şeker için savaştın mı? (Sesi git gide gürleşiyordu. Bağırdıkça açılıyor, açıldıkça beni içime kapatıyordu. Sadece izliyordum. Düğümlenen gırtlağımı çözemiyordum. Ben sustukça o kusuyordu.) Okulun arkadasındaki toprak bahçede yarıştım ben. O tozların içinde! Nefesim kesile kesile koştum! Üstüme baksana, hiç mi anlamıyorsun neler çektiğimi? Evet birinci oldum; ama birinci olmak hiç umurumda değil! Birincilik bana hiçbir şey katmaz; ama sen hiç şok oldun mu? Ben oldum yarıştan sonra. Hayat, geldi yanıma beni tebrik etti. Hiç beklemiyordum bunu. Ve ne yaptı biliyor musun cebinden o şekeri çıkarıp bana verdi. Toz içindeki yanaklarımdan öptü. Sen hiç beklenmedik bir şekilde öpüldün mü? Sen hiç öyle pisken, kirliyken tebrik edildin mi, öpüldün mü? Sabahtan beri böyle dolaşıyorum ben! Yüzümü yıkamıyorum öpücüğün hissi gitmesin diye! Ama ne oldu, ne oldu? İki tane serseri geldi ve benim ömrüm boyunca yemeyeceğim şekeri çaldı. Yıkamaya kıyamadığım yanaklarımdan öpücük hissinin akıp gitmesine neden oldu! Sen hiç öpücük sakladın mı yanaklarında? Sen hiç kirliliğini sevdin mi?
Ne diyeceğimi bilemedim. Elimde şeker öyle kalakaldım. Hayatım gözümün önünden geçti, ölüyorum sandım. Ama şunun farkına vardım; evet evet gerçekten ben bunca yıllık hayatımda bu çocuk gibi bir şey yaşamadım. Ne savaştım, ne kirlendim, ne öpüldüm, ne de bir şeyleri saklamak için çaba sarf ettim. Ben böyle bir çocuk olamadım. İmrendim kahramanıma.
Birden irkildim, kendime geldim. Acaba kaç dakikadır öyle duruyordum yolun ortasında. Kahramanım kaybolmuştu bütün hüznüyle beraber. Elinde bir şeker, ağzı açık, gözleri karmaşık, aklı kaçık bir adam yolun ortasında duruyordu sadece. Bendim. Düşüncelerimdi!
Kıskanıyordum onu, aşkını, savaşını, gururunu, umudunu... Ben hiç böyle cesur olamadım ki! Ben hiç savaşamadım ki bir şeker için. Ben hiç bir öpücüğü saklamaya çalışamadım ki. Ben hiç ağlayamadım ki kaybettiklerim için.
Göz bebeklerim batmaya başladı içten içe; ama yine ağlayamadım.
Keşke o çocuk gibi olabilseydim, keşke hep o çocuk olabilseydim...
NOT : Kurum-kuruluş, kahraman-kahramanlar, hikaye-hikayeler tamamen fantezi ürünüdür; ama hiç bir dükkanda satılmaz. Sadece hep çocuk olabilme isteği gerçektir o ise artık bulunamaz...
1 yorum:
2010 Altın Kurbağa Blog Yazıları Ödülü, bu yazıya verilmiştir. Alkışlıyoruz efenim
Yorum Gönder