Pazar, Kasım 15, 2009

2012 Filmi, Askerlik Yaşantıları vs vs vs

UnknownAskere geldim geleli 4-5 kez sinemaya gittim. Aslında bir askerin çarşı iznini sinema ile öldürmesi çok saçma geliyor ama insan film izlemeyi sevince çarşısını sinema ile öldürerek kendini ödüllendirmeden duramıyor. Dün vizyona yeni giren "2012" filmine gittik. Geçtiğimiz haftalarda da gündeme taşınan "Mayalara göre dünyanın sonu 2012 yılında gelecek!" saptamasından esinlenerek çekilmiş film izlenesi bir film olarak oy aldı benden. Amaelbette insanın aklına takılan şeyler olmuyor değil. Elbette filmi izlediğinizde görsel efektlerin filan çok iyi olduğunu anlayacaksınız. Filme girmeden gözümüzde filme karşı bir antipati oluştuki o da filmin Türkçe seslendirilmiş olmasındandı. Filmi izlemeye başladığımızda seslendirmenin gerçekten kötü olduğunu işittik. Aslında bu bizim filmi izlediğimiz sinemanın (İskenderun Site Sineması) yetersizliğinden de kaynaklanıyor olabilir. Her şeye rağmen filmin kendi dilinde ve alt yazılı izlenmesi daha iyi olurdu bize göre.

Filmden çıkınca filmin sonunun çok ütopik olduğunu, bildiğimiz "Nuh'un Gemisi" hikayesinin uygulanmış olduğunu söyledim arkadaşıma. Zaten bugünde bir gazetede filmle ilgili şöyle bir cümle vardı "Nuh'un Gemisinin Kapitalizm İle Birleşmesi".  Yani kıyamet kopuyor ve bir avuç insan (dünya nüfusuna oranla) bu kapitalist gemiler sayesinde hayatta kalıyor. Vay Canına!

Konuyu çok bilmiyorum; ama kıyamet günü taş üstünde taş kalmayacak, tek bir nefes alan canlı kalmayacak değil miydi? Öyleyse bunlar nasıl hayatta kaldı? Tanrıyı mı yendi şimdi bunlar? Oha diyesim geliyor. Oha!! Tabi ben yanlış biliyorsam oha mı geri alıyorum pikaçumsu bir tebessüm fırlatıyorum...

Filmi bir kenara koyalım, gelelim asıl filmimize. Askerlik! Tüm hızıyla devam ediyor şafaklarımız atmaya. Bugün 63 diyoruz ve Şanlıurfalı bir arkadaşımızın (İbrahim) üstünde küçük bir tur atıyoruz. Daha nice şafak atlatmalara.

Alayda acemi asker kalmadığı için kantimizde zaman geçmek bilmiyor. Gelen müşteri sayısı bir elin parmaklarını zor geçiyor bu aralar. Ama olsun kitap okuyarak, bulmaca çözerek zamanı değerlendiriyoruz. Yoksa kitap okuma alışkanlığımı edineceğim ne!

Peki ne mi okuyoruz? Zaman zaman okumalarımız bölündüğü için, kafamız zart zurt farklı anılara daldığı için daha çok roman okuyoruz. Mesela Jean-Christophe Grange'ın Kurtlar İmparatorluğu, Taş Meclisi ve Kızıl Nehirler'i. Gerçi filmleri bile çekilmiş kitaplar; ama filmlerini izlemediğim için okuyasım geldi okudum gitti. Taş Meclisi'nin sonunun abartılı olduğunu düşündüm ve azıcık hüsrana uğradım; ama diğer iki kitap alkışlanır.

Zülfi Livaneli'nin herkesin hayalini kurduğu bir adada emekliliğini doya doya geçirmenin güzelliğinin bir darbeci ile nasıl bozulduğunu anlattığı "Son Ada"sı ise okurken büyük keyif aldığım bir eserdi.

Şu anda Halit Hüseyni'nin Bin Muhteşem Güneş kitabıyla keyifli dakikalar geçiriyorum ki tavsiye ederim...

Bakalım askerlik bitince bu adam okumaya devam eder mi yoksa "Bu satten sonra ben mi kitap okuyayım Kamillll!" der. Zaman gösterecek.

Az önce ki paragrafta yer alan "Bu saatten sonra" ve "Kamil" söylemleri her gün en az 50-60 cümlemizde yer aldığı için manyaklaştığımız onaylanmıştır; ama elden ne gelir...

Helin Avşar'ın son köşe yazısı değilde bu köşe yazısı için röportaj yaptığı kişi (ismi neydi unuttum) ile çekilmiş olduğu pozlar oha dedirten cinstendi. Köşe yazarlığı erotizm ile birleşmiş. Sizi de alkışlıyoruz... :=))

Diye devam ediyor işte vs vs vs'ler... ;)

2 yorum:

Nesli dedi ki...

Bin Muhteşem Güneş'i şu sıralar Ümran okuyor, bitirsin çekçem alcam elinden. Her iki kankam da okumuş, ben eksik kalırmıyım :)

Öyle böyle 2 ay kaldı la düşünsene. Nakadan seviniyom :))

Doğan dedi ki...

Filmini çekelim bu kitabın iyi gider :=))

61 Ulan!! diyoruz, bitti be :=)))

Copyright © 2014 Doğan Aydın